Dehşet Kapanı - The Cabin in the Woods

Dehşet Kapanı - The Cabin in the WoodsDehşet Kapanı son zamanlarda izlediğim en ilginç korku gerilim filmleri listesinin en tepesinde yer alıyor. Daha önce çekilen ve göl ve orman içeren tüm korku gerilim filmlerine gönderme yapmışlar ve asıl gerçeği açıklamışlar.

Filmin yönetmeni olan Drew Goddard’ı aslında Lost serisinden tanıyoruz. Kendisi yapımcı ve senarist ve Dehşet Kapanı onun ilk yönetmenlik deneyimi. Tabi yanında usta isim Joss Whedon da var.

Filmin oyuncu kadrosunda Thor olarak tanıdığımız Chris Hemsworth var fakat filmde çabuk ölüyor. Arka planda Richard Jenkins ve Bradley Whitford gibi usta oyuncular var.

Dehşet Kapanı filmi başladığında göl evine giden ve orada zombilerin saldırısına uğrayan gençlerin hikayesi gibi bekliyorsunuz fakat işin aslı çok farklı. Görüntüleri izleyen adamlar kafanızı karıştırıyor ve filmin yarısına kadar ne olduğunu anlamaya çalışıyorsunuz. Son işin rengi değişiyor ve göl evi ile zombi filmi bir anda yaratıkların istilası ile hareketleniyor. Sonunda size korku filmlerinin neden öyle olduğunu gösteriyor ve film sona eriyor.

Film aslında çok iyi bir film değil fakat farklı konusu ilgi çekiyor ve filmin başında sonuna kadar sıkılmanızı engelliyor. Sürekli bir merak içindesiniz ve bu merak filmi izlemeye değer kılıyor. Belki sonlara doğru o yaratıkları daha fazla işleselermiş ya da oraya geçiş kısmını daha iyi kurgulayabilselermiş çok daha güzel bir film olabilirmiş.

Diktatör - The Dictator

Diktatör
Diktatör filminin fragmanını izledikten sonra pekiyi bir komedi filmi olmadığını düşündüm ve sinemada izlemedim. DVD’si gözüme çarpınca alıp izledim ve sinemada izlemediğime açıkçası pişman oldum.

İlk olarak filmin oyuncu kadrosu oldukça ilginç. Borat filmi ile tanınan fakat özellikle Hugo filmindeki oyunculu ile dikkat çeken Sacha Baron Cohen filmin başrolünde. Ona güzel yıldız Anna Faris ile dünyaca ünlü usta oyuncu Ben Kingsley eşlik ediyor. Fakat film boyunca misafir oyuncular çok dikkat çekiyor.

Bir diktatör ülkesine baskı artınca birleşmiş millet ile görüşmeyi kabul ediyor ve Amerika’nın yolunu tutuyor. Burada bir ihanete uğruyor ve suikasttan son anda kurtuluyor fakat kendini bir anda sakalı olmadan New York sokaklarında buluyor. Tabi sakal olmayınca kimse onu tanımıyor ve yerine geçirilen biri olduğu için kimse de onu aramıyor. Koltuğunu geri kazanmak için plan yapan diktatör New York hayat tarzına alışmakta oldukça zorlanıyor ve bunu yaparken de sizi oldukça güldürüyor.

Filmin esprileri gerçekten çok güzel ve sizi oldukça eğlendiriyor. Bazı bel altı espriler de mevcut ve bunlar size biraz itici gelebilir. Benim en çok hoşuma giden diktatörlüğü överken söylediklerinin aynısının Amerika’da yapılıyor olmasıydı. Eğlenmek istiyorsanız bu komedi filmini mutlaka izleyin. Pişman olmazsınız.

Battleship

battleshipFilmi izlemeden önce filmin bilim kurgu filmi olduğunu düşünüyordum fakat izledikten sonra anladım ki film aslında komedi filmiymiş. RED filminin senaristleri nasıl olurda bu kadar amatör bir senaryo yazmışlar anlayamıyorum.

Anladık filmin görsel efektleri güzel ama bir konu bu kadar mı basit ve tutarsız olur. Uzayın derinliklerinden uzay gemileri geliyor fakat ne su üzerinde yüzebiliyorlar ne de uçabiliyorlar. Sadece su üzerinde durup kurbağa gibi sıçrayabiliyorlar. Bunu geçtim de silahların sağa doğru dönememesi nasıl bir saçmalıktır yahu? Evet bildiğiniz çok gelişmiş uzay gemisinin silahı sağa sola dönemiyor. Var mı böyle saçmalık. Dahası hedefe odaklanamıyor sadece hareketine göre varsayım ile ateş ediliyor. Açıkçası hayatımda böyle rezil bir şey görmedim. Bunlar sadece bazıları. Bilmem kaç yıllık müze halindeki bir anda tam teşekküllü silahlı bir gemiye dönüşüyor. Zaten o bombaları roketleri ziyaretçiler görsün kurcalasın diye içinde bırakmışlar herhalde. Ayakları protez olan adam zırhlı uzaylıyı dövüyor, roket geçirmeyen uzay gemisi uzun namlulu silah ile vuruluyor, ilk başta silahsızlara saldırmayan uzaylıyor birden saldırmaya başlıyor.

Yani anlayacağınız film baştan sona kadar tutarsız saçmalıklarla dolu. Zaten maçın başındaki futbol maçından anlamam gerekirdi. Sadece böyle bir filmde 2-0 geride iken dakika 90’da bir gol atıp, sonra kaleci atışı ile top sende deyip kaleci ile karşı karşıya kaldırılır.

Görsellik görmek istiyorsanız fena sinema filmi değil ama unutmayın film baştan sona kadar saçmalıklarla dolu bir komedi filmi. Gerçekten hayatımda hiç bu kadar saçma bir senaryo görmemiştim.

Şahane Misafir

Şahane Misafir Ferhat Özpetek’i ilk olarak Hamam filmi ile tanımıştım. Türk kültürüne aykırı böyle bir filmi yapmak gerçekten büyük cesaret istiyordu. Daha sonra birçok güzel filme imza atsa da bir türlü Çağan Irmak gibi çok ses getiren bir esere imza atamadı.

Şahane Misafir filminde Cem Yılmaz ile ortak olduğunu duyunca açıkçası beklenen film geliyor demiştim ama yine beklediğimin altında kaldı.

Açıkçası Şahane Misafir filminde ne anlatmak istediğini de anlamadım. Yıllar öncesinde komünizmin zararları mı yoksa en yakından gelen ihanetin bedeli mi?

Oyunculuk hayali ile eşcinsel bir adam eski ama şirin bir evi kiralıyor ve zamanla evde yalnız olmadığını fark ediyor. Zararsız bir grup sanatçı hayalet çocuktan eski bir arkadaşlarını bulmasını istiyor ve adamda onların geçmişini araştırınca aslında nasıl bir ihanete kurban gittiklerini anlıyor ve onları gerçek ile yüzleştiriyor.

Filmin konusu bu şekilde ama senaryo gerçekten zayıf. Adam evinde hayaletleri buluyor ama onlar zorlamasa ne ne istediklerini soruyor ne de neden burada olduklarını. Öylesine evde yaşıyorlar ve bu insanda filmi lüzumsuz şeyler ile doldurma çabasıymış gibi bir his uyandırıyor.

Filmde Cem Yılmaz yan bir rolde yer alıyor ama yine esprileri ile sizi eğlendiriyor. Onun dışında da birkaç sahnede eğleniyorsunuz ve sonlara doğru biraz hüzünleniyorsunuz. Yani Şahane Misafir filmi için klasik Cem Yılmaz filmleri dışında kalıyor diyebiliriz. Hepsi bu kadar...