Tinkerbell: Gizemli Kanatlar

Tinkerbell: Gizemli KanatlarDisney’in yarattığı en sevimli ve en sevilen karakteri olan Tinker Bell maceralarına devam ediyor ve bu seferde nedensiz yere parıldayan kanatlarının sırrının peşinde gidiyor. Bir yaz perisi olan Tinker Bell kış perilerini ve onların dünyasını merak ediyor ve merakına yenik düşerek yasak olmasına rağmen sınırı geçiyor. Geçmesi ile birlikte kanatları gizemli bir şekilde parlamaya başlıyor ve bunun nedenini öğrenmek için gizli olarak kış perilerini dünyasında bulunan bilgenin yanına gidiyor. Burada gizemli kanatların nedeni ortaya çıkıyor ve bu neden de onun ikiz kardeşi olması. Biri yaz biri kış perisi olan bu ikiz kardeş birlikte zaman geçirmek için kuralları hiçe sayalar fakat kuralların bir nedeni vardır ve hem kendilerinin hem tüm yaz perilerini başını belaya sokarlar.

Çocuklu aileler için gerçekten mükemmel bir film fakat diğer animasyon filmlerindeki çok güzel bir mesaj vermiyor nedense. Belki kurallarında bir nedeni vardır gibi bir ders çıkartılabilir fakat zaten sonra o kural da kaldırılıyor. Yine de çocuğunuz ile izlemek için mükemmel bir film.

Tehlikeli Takip

Tehlikeli TakipAçıkçası bu tarz amatör kamera ile çekiliyormuş gibi yapılan filmleri ve özellikle bu tarz dram filmleri hiç sevmiyorum. Gerçeklik duygusu verdiği tamamen saçmalık ve detayları göremiyorsunuz. Tehlikeli Takip filmi de bu tarz bir film ve sırf bu yüzden filmin içine etmişler diyebiliriz.

Film birçok izleyen tarafından beğenilmiş ve neden beğenildiğini filmin sonuna kadar anlamak mümkün değil. Fakat filmin sonunu çok duygusal yapmışlar ve sanırım herkes bu yüzden filme yüksek not vermiş. Filmin sonunu çıkarsanız gerçekten izlemeye değmeyecek bir film ortaya çıkar.

İki polis şehirde devriye geziyorlar ve çeşitli suçluyu yakalıyorlar. Bunlardan biri de bir uyuşturucu işi oluyor ve tabi ölüm ilanları veriliyor. Yine bir takip sonucu tuzağa düşürülüyorlar ve işte o duygusal son yaşanıyor. Böyle anlatınca çok kısa bir film görünüyor ama gerçekten konu bu kadar. Filmin son 15 dakikasına kadar çeşitli suçluları yakalamaları var ki pek de ilgi çeken olaylar değil. Çocuklarını bağlamış bir aileyi yakalamanın yada insan kaçakçılığı yapanların yakalanmaları benim ilgimi çekmiyor.

Filmin oyuncu kadrosu oldukça kaliteli diyebiliriz. Brokeback Mountain ve Source Code gibi filmlerle tanınan Jake Gyllenhaal, yan rollerin tanınan ismi Michael Pena ve son zamanlar mükemmel bir çıkış yakalayan sempatik oyuncu Anna Kendrick filmin başrollerinde yer alıyor.
 

ParaNorman

ParaNormanChris Butler uzun zaman animasyon filmlerinde görev aldı ve sonunda sanırım kendi filmini yapmaya karar vermiş ve ParaNorman filmini yazmış. Yanına Fare Şehri ile adını duyuran Sam Fell’i de alıp ortaya iyi sayılabilecek bir film çıkarmışlar ama birinci sınıf olmadığı kesin.

Anormal bir çocuk olan Norman ölüler ile konuşabilme yeteneği vardır ve bu yüzden herkes tarafından dışlanır. Birden bire amcası yada dayısı ortaya çıkar ve onu bekleyen tehlikeden bahseder fakat tam olarak ne olduğunu söyleyemeden ölür. Bu sefer Norman onun ölüsü ile konuşur ve cadının lanetinden kurtulmak için onun mezarında bir kitap okuması gerektiğini söyler. Fakat Norman kitabı yanlış mezarda okur ve sonuç olarak ölüler mezarlarından uyanır ve kasabayı basarlar. Şimdi kasabanın tek umudu Norman’dır.

Filmin konusu aslında gayet güzel değişiyor fakat o kadar da şaşırtıcı değil. Filmdeki espriler sizi güldürüyor fakat çok da eğlendirmiyor. Filmin sonu daha yaratıcı olabilirdi yada zombiler daha iyi işlenebilirdi belki de. Tam olarak değim yerinde ise orta şeker bir animasyon filmi olmuş diyebiliriz.

İlk Ve Son Aşkım

İlk Ve Son Aşkım
Steve Carell en sevdiğim komedyenlerin başında geliyor Keira Knightley de özellikle Karayip Korsanları serisinden sonra ne sevdiğim kadın oyuncular arasında yerini aldı fakat İlk ve Son Aşkım filmindeki sempatikliği ile ilk sıralara yükseldi diyebilirim.

Film aslında ne tam bir komedi ne de tam bir dram filmi. Dünyanın sonuna dair öyle görsel efektler de yok zaten. Fakat konusu ve dünyanın sonunu getiren diğer filmlerden çok farklı olması beğenilmesini sağlıyor. Tabi bir de Keira Knightley performansı.

Steve Carell film de durgun ve klasik yaşayan bir adamı canlandırıyor. Dünyanın sonunun gelmesini pek umursamayan fakat yalnız da ölmek istemeyen bir adam. Keira Knightley ise sempatik deli dolu bir komşu kızı ve İngiltere’ye olan son uçağı kaçırdığı için ailesinden uzak yalnız ölmek zorunda olan biri.

Komşunun postaları yanlışlıkla onun posta kutusuna atılınca umursamayan ve komşusuna vermeyen bu kız kader eseri komşusu ile tanışında postaları ona verir ve bu postaların içinde adamın aşkından gelen bir mektup da vardır. Bunun üzerine onu bulmak için yola koyuluyorlar fakat bu yolculuk onları çok farklı yerlere götürüyor.

Bir taraftan dünyanın sonunu yaşana bir dünyayı izlemek diğer tarafta son günlerini yaşayan insanların aşık olmalarını görmek filmi güzel kılıyor. Ne çok gülüyorsunuz ne çok bunalım yapıyorsunuz ama izlerken zevk alıyorsunuz.

İşte Benim Oğlum - That's My Boy

İşte Benim Oğlum - That's My Boy
Adam Sandler en sevdiğim komedi oyuncularının başında geliyor fakat son zamanlardaki filmleri ile artık çok itici gelmeye başladı. Belaltı esprilerine yoğunlaşan ve neredeyse izlenmesini imkansız kılan hareketler ile sevenlerini kendinden soğutuyor.

Zohan, Jack ve Jill tam hayal kırıklığı filmlerdi ve İşte Benim Oğlum filmi ise hepsinden beterdi.

Film Adam Sandler’ın küçüklüğü ile başlıyor ve öğretmen fantezisi ile devam ediyor. Öğretmeni ile ilişkiye gelen bir çocuk, bu ilişkiden ortaya çıkan bir bebek ve yıllar ileri sarıyor. Adam Sandler alkolik bir serseri olmuş ve çocuğu ondan kurtulmak için babam öldü yalanı ve farklı bir isim ile yaşıyor. Adam Sandler vergi borcu nedeni ile tekrar oğluna yanaşmaya çalışıyor ve fırsat olarak oğlunun düğününe katılıyor fakat en yakın arkadaş olarak. Olanlar da ondan sonra oluyor zaten. Baba ve çocuk tekrar yakınlaşıyor fakat birçok şeyi de mahvediyorlar.

Filmdeki striptiz kulübü sahneleri berbat, mastürbasyon sahneleri berbat, filmin konusu berbat, filmin esprileri berbat. Yani kısaca film tamamen berbat. Bu yüzden zaten gişede büyük bir hayal kırıklığı yaşadı. Açıkçası hala Adam Sandler gibi bir oyuncunun neden hala önüne gelen tüm saçma filmlerde oynadığını anlamıyorum.

Abraham Lincoln:Vampir Avcısı

Abraham Lincoln:Vampir Avcısı
İnsan Abraham Lincoln Vampir Avcısı filmini izledikten sonra Hollywood’un tarihi bir kesit üzerinde nasıl bu kadar oynayabildiğine şaşırmasının yanında böyle tarihi bir karakteri nasıl bu tarz bir karaktere sokabildiğini çok merak ediyor.
Bilindiği üzere Abraham Lincoln Amerika tarihinin en önemli başkanlarından bir tanesi. Amerika tarihinin en kanlı savaşını başlatan ve günümüz eyalet sisteminin temellerini atan ve köleliği kaldırmada büyük bir rol oynayan kişiyi nasıl bir vampir avcısına çevirdiklerini izlemek insanı şaşırtıyor.
Evet, film aslında Abraham Lincoln’ün hayat hikayesini anlatıyor fakat çok farklı bir şekilde. Tek dostunun zenci olması ve onun kırbaçlanması ile bir vampire bulaşan, bu vampirin annesini öldürmesi ile intikam yemini eden bir adam. Aynı kaderi paylaşan fakat vampir laneti ile yaşan bir adamın yardımı ile tam bir vampir avcısı olur. Fakat sorunu vampirleri tek tek avlayarak çözemeyeceğini anlayınca köleliği kaldırmak için başkan olması ve iç savaşın başlaması. Bir tarafta herkese özgürlük isteyen kuzey, diğer tarafta en büyük besinleri olan köleleri kaybetmek istemeyen vampirler ile işbirliği yapan güney.
Türk sineması Atatürk’e böyle bir şey yapsaydı yer yerinden oynardı belki de. Fakat filmde Lincoln’e karşı bir hakaret yada küçük düşürme olmadı kesin ve dahası karizmatik bir savaşçı ve kahraman gibi sunulmuş.
Filmin yönetmeni olan Timur Bekmambetov’u daha önce çok ses getiren Wanted filminden tanıyoruz. Filmin senaristi olan Seth Grahame Smith’i ise Karanlık Gölgeler filminden tanıyoruz. Kendisi aynı zamanda merakla beklenen Beetlejuice 2 filminin de yazarı.
Filmde Abraham Lincoln karakterini Benjamin Walker canlandırıyor. Ona Dominic Cooper ve Anthony Mackie gibi tanınmış isimler eşlik ediyor.

X-Men Birinci Sınıf

X-Men Birinci Sınıf
Aslında X-Men serinini hiçbir filmi benim hoşuma gitmemişti. Senaryodaki kopukluklar ve X-Men dediğimiz mutantların yeteneklerinin yanında yaptıklarının sönük kalması beni hep hayal kırıklığına uğratıyordu. X-Men Wolverine filmi serinin ilk hoşuma giden filmi olmuş. Fakat serinin son filmi Birinci Sınıf filmi gerçekten izlemeye değer bir film olmuş.

Filmde gereksiz diyebileceğimiz yeni yetenekler var fakat özellikle Kevin Bacon’un canlandırdığı karakter mükemmel ötesi olmuş. Magneto’dan sonra serinin en karizmatik kötü adamı olmuş ve keşke filmin sonunda ölmeseydi.

Filmin güzel tarafı ise kahramanlarımızın işe nasıl başladığını görmek oluyor. Profesör X ile Magneto’nun nasıl dost oldukları ve nasıl ayrı yollara düştüklerini çok güzel anlatmışlar. Mystique ve Mrs Xavier’in nasıl bu hallere geldiğini de filmde görebiliyorsunuz.

Bana göre X-Men Birinci Sınıf filmi serinin en güzel filmi olmuş. Dahası bu filmden sonra yeni bir seri başlıyor ve James McAvoy ve Michael Fassbender’li genç Profesör X ve Magneto geçmişte yeniden karşı karşıya geliyor.

Moonrise Kingdom

Moonrise Kingdom
Bağımsız filmlerin usta yönetmeni Wes Anderson oyuncu kadrosu ile dikkat çeken sıcak bir aşk filmi ile yine izleyicileri etkiliyor.

Filmin oyuncu kadrosunda Bruce Willis, Edward Norton, Bill Murray, Tilda Swinton ve Harvey Keitel gibi usta isimler var fakat filmin başrolünde yer alanlar filmde genç aşıkları canlandıran Kara Hayward ve Jared Gilman var.

Filmin konusu en başta birçoklarına sıkıcı gelebilir fakat karakter filmi izlemenize devam etmeninizi sağlıyor. Zamanlar herşey anlaşılmaya başlıyor ve film sempatik bir havaya bürünüyor. Usta isimlerinde rol dağılımları güzel bir şekilde yapılınca filmin zevki daha da artıyor. Filmin sevecen aşıkları da karakter olarak çok sempatik ve filmin sonunu merak etmenize neden oluyor.

Filmin güzel olmayan tek tarafı bir ara bu genç aşıkların cinsel ilişkiye girmeye doğru gittikleri sahne. Bu yaşta çocukların o tarz bir role sokulmaları biraz itici olmuş. Fakat işi çok ileri götürmelerine de izin verilmemiş fakat yine de ohaa dediğiniz bir noktada.

Kayıp Balık Nemo - Finding Nemo

Kayıp Balık Nemo - Finding NemoGörüntü kalitesi ile mükemmel bir senaryonun karışı sonrası çıkabilecek en mükemmel filmler listesinde ilk sırada yer alabilecek bir film Kayıp Balık Nemo filmi. Gelmiş geçmiş en fazla izlenen animasyon filmlerinden biri olan ve son zamanlarda 3D olarak tekrardan vizyona sokulan film izlemediyseniz çok şey kaçırmışsınız demektir.

Gerek sevimli karakterleri ile gerek verdiği mesajlar ile büyük beğeni toplayan filmin yönetmeni olan Andrew Stanton’u zaten animasyon dünyasında tanımayan yok. Pixar’ın yaratıcılarından olan ve yaptığı filmler ile John Lasseter ile birlikte animasyon dünyasını değiştiren Andrew bir çok klasik olabilecek eserlerinden biri aslında Kayıp Balık Nemo.

Oyuncak Hikayesi, Wall-E, Canavar A.Ş. gibi klasiklere imza atan ve John Carter ile animasyon filmlerinin dışında bir filme de imza atan Andrew yeni filmleri de merakla beklenenler arasında yer alıyor.

Tek oğlu ile yaşayan ve eşini kaybettiği için oğlunun üstüne titreyen bir babanın korktuğu başına gelir ve oğlu insanlar tarafından kaçırılır. Bunun üzerine palyaço yani süs balığı olan baba okyanusları aşarak oğlunu kurtarmak için bir maceraya girişir.

Sevginin bir insana neler yaptırabileceğini çok güzel anlatan bu film izlerken sizi eğlendiriyor, duygulandırıyor ve çok güzel dersler veriyor. Bu yüzden henüz izlemediyseniz yada çocuğunuza izletebilecek bir film arıyorsanız kaçırmamanız gereken bir film.

Karanlık Gölgeler - Dark Shadows

Karanlık Gölgeler - Dark Shadows Tim Burton sanırım sinema dünyasında farklı karakter yaratmada en usta isimlerin başında geliyor. Beterböcek, Sweeney Todd, Willy Wonka, Alice bunlardan sadece bazıları fakat bunda sürekli başrolü verdiği Johnny Depp’in de katkısı çok büyük.

Karanlık Gölgeler filmindeki Barnabas karakteri de gerçekten izlenmeye değer. Johnny Depp yine mükemmel bir iş çıkartmış fakat cadı karakterini canlandıran Eva Green’i de atlamamak gerekir. En son James Bond filminde izlediğimiz güzel yıldız farklı bir cadı karakterini canlandırıyor. Filmde aynı zamanda şarap gibi olan yıldız Michelle Pfeiffer ve Jackie Earle Haley de var.

Film tarihten bir kesit ile başlıyor ve Collins ailesinin yükselişini ve karşılıksız bir aşk yüzünden Barnabas’ın ve ailesinin nasıl lanetlendiğini anlatıyor. Sevdiği kadının ardından uçuruma atlayan fakat cadı tarafından ölmesine izin verilmeyerek bir vampire dönüştürülen, daha sonra yer altına gömülen Barnabas, yıllar sonra kaza eseri özgürlüğüne kavuşur fakat zamana ayak uydurmak biraz zor olacaktır.

Bildiğiniz vampir karakterlerinden çok farklı olan Barnabas ailesinin üzerindeki laneti kaldırmak için cadı ile bir savaşın içine girer fakat bu savaş oldukça eğlencelidir.

Bu tarz klasik olabilecek filmler görmek pek nasip olmuyor o yüzden sinemaya gidip izlemenizi tavsiye ederim. İzlenmesi gereken filmler listesinde olabilecek güzellik bir komedi korku karışımı.

Pamuk Prenses ve Avcı

Yeni bir senaryo yoksa eski masalları al ve biraz konuyu değiştir üstüne gelişen teknoloji ile biraz görsel efekt ekle ve al sana sözde şahane bir sinema filmi.

Pamuk Prenses ve Avcı filmi aslında Kristen Stewart ile yönetmen Rupert Sanders arasında yaşanan aşk kaçamağının arasında kaynadı diyebiliriz. Alacakaranlık serisinin sevilen isimleri Kristen Stewart ile özellikle Robert Pattinson hayranları filmi boykot etti diyebiliriz.

Aslında filmin oyuncu kadrosuna ve bütçesine bakınca neden hiç yönetmenlik tecrübesi olmayan biri yönetmen koltuğuna oturtturuldu bilmiyorum. Kristen Stewart, Chris Hemsworth, Charlize Theron ile birlikte Karayip Korsanları ile tanıdığımız Sam Claflin ve Ian McShane’de filmde yer alıyor.

Filmin konusu artık bilmeyen yok zaten. Pamuk prenses, yedi cüceler, avcı, prens, cadı ve sonda elma. Hepsi filmde mevcut fakat değiştirilmiş şekilde. Özellikle sonda prens yerine avcının öpmesi ile uyanması en büyük değişiklik.

Film boyunca görsel efektlere oldukça yüklenilmiş. Bu da filmi biraz izlenebilir kılıyor. Özellikle Charlize Theron’un performansı izlemeye değer. Chris Hemsworth’da avcı karakterini iyi oynamış. Fakat filmde ne olacağını bildikten sonra izlemek insanı biraz sıkıyor. Bakalım Hollywood bu hikayeyi daha kaç kere ele alıp bize sunacak.

Dehşet Kapanı - The Cabin in the Woods

Dehşet Kapanı - The Cabin in the WoodsDehşet Kapanı son zamanlarda izlediğim en ilginç korku gerilim filmleri listesinin en tepesinde yer alıyor. Daha önce çekilen ve göl ve orman içeren tüm korku gerilim filmlerine gönderme yapmışlar ve asıl gerçeği açıklamışlar.

Filmin yönetmeni olan Drew Goddard’ı aslında Lost serisinden tanıyoruz. Kendisi yapımcı ve senarist ve Dehşet Kapanı onun ilk yönetmenlik deneyimi. Tabi yanında usta isim Joss Whedon da var.

Filmin oyuncu kadrosunda Thor olarak tanıdığımız Chris Hemsworth var fakat filmde çabuk ölüyor. Arka planda Richard Jenkins ve Bradley Whitford gibi usta oyuncular var.

Dehşet Kapanı filmi başladığında göl evine giden ve orada zombilerin saldırısına uğrayan gençlerin hikayesi gibi bekliyorsunuz fakat işin aslı çok farklı. Görüntüleri izleyen adamlar kafanızı karıştırıyor ve filmin yarısına kadar ne olduğunu anlamaya çalışıyorsunuz. Son işin rengi değişiyor ve göl evi ile zombi filmi bir anda yaratıkların istilası ile hareketleniyor. Sonunda size korku filmlerinin neden öyle olduğunu gösteriyor ve film sona eriyor.

Film aslında çok iyi bir film değil fakat farklı konusu ilgi çekiyor ve filmin başında sonuna kadar sıkılmanızı engelliyor. Sürekli bir merak içindesiniz ve bu merak filmi izlemeye değer kılıyor. Belki sonlara doğru o yaratıkları daha fazla işleselermiş ya da oraya geçiş kısmını daha iyi kurgulayabilselermiş çok daha güzel bir film olabilirmiş.

Diktatör - The Dictator

Diktatör
Diktatör filminin fragmanını izledikten sonra pekiyi bir komedi filmi olmadığını düşündüm ve sinemada izlemedim. DVD’si gözüme çarpınca alıp izledim ve sinemada izlemediğime açıkçası pişman oldum.

İlk olarak filmin oyuncu kadrosu oldukça ilginç. Borat filmi ile tanınan fakat özellikle Hugo filmindeki oyunculu ile dikkat çeken Sacha Baron Cohen filmin başrolünde. Ona güzel yıldız Anna Faris ile dünyaca ünlü usta oyuncu Ben Kingsley eşlik ediyor. Fakat film boyunca misafir oyuncular çok dikkat çekiyor.

Bir diktatör ülkesine baskı artınca birleşmiş millet ile görüşmeyi kabul ediyor ve Amerika’nın yolunu tutuyor. Burada bir ihanete uğruyor ve suikasttan son anda kurtuluyor fakat kendini bir anda sakalı olmadan New York sokaklarında buluyor. Tabi sakal olmayınca kimse onu tanımıyor ve yerine geçirilen biri olduğu için kimse de onu aramıyor. Koltuğunu geri kazanmak için plan yapan diktatör New York hayat tarzına alışmakta oldukça zorlanıyor ve bunu yaparken de sizi oldukça güldürüyor.

Filmin esprileri gerçekten çok güzel ve sizi oldukça eğlendiriyor. Bazı bel altı espriler de mevcut ve bunlar size biraz itici gelebilir. Benim en çok hoşuma giden diktatörlüğü överken söylediklerinin aynısının Amerika’da yapılıyor olmasıydı. Eğlenmek istiyorsanız bu komedi filmini mutlaka izleyin. Pişman olmazsınız.

Battleship

battleshipFilmi izlemeden önce filmin bilim kurgu filmi olduğunu düşünüyordum fakat izledikten sonra anladım ki film aslında komedi filmiymiş. RED filminin senaristleri nasıl olurda bu kadar amatör bir senaryo yazmışlar anlayamıyorum.

Anladık filmin görsel efektleri güzel ama bir konu bu kadar mı basit ve tutarsız olur. Uzayın derinliklerinden uzay gemileri geliyor fakat ne su üzerinde yüzebiliyorlar ne de uçabiliyorlar. Sadece su üzerinde durup kurbağa gibi sıçrayabiliyorlar. Bunu geçtim de silahların sağa doğru dönememesi nasıl bir saçmalıktır yahu? Evet bildiğiniz çok gelişmiş uzay gemisinin silahı sağa sola dönemiyor. Var mı böyle saçmalık. Dahası hedefe odaklanamıyor sadece hareketine göre varsayım ile ateş ediliyor. Açıkçası hayatımda böyle rezil bir şey görmedim. Bunlar sadece bazıları. Bilmem kaç yıllık müze halindeki bir anda tam teşekküllü silahlı bir gemiye dönüşüyor. Zaten o bombaları roketleri ziyaretçiler görsün kurcalasın diye içinde bırakmışlar herhalde. Ayakları protez olan adam zırhlı uzaylıyı dövüyor, roket geçirmeyen uzay gemisi uzun namlulu silah ile vuruluyor, ilk başta silahsızlara saldırmayan uzaylıyor birden saldırmaya başlıyor.

Yani anlayacağınız film baştan sona kadar tutarsız saçmalıklarla dolu. Zaten maçın başındaki futbol maçından anlamam gerekirdi. Sadece böyle bir filmde 2-0 geride iken dakika 90’da bir gol atıp, sonra kaleci atışı ile top sende deyip kaleci ile karşı karşıya kaldırılır.

Görsellik görmek istiyorsanız fena sinema filmi değil ama unutmayın film baştan sona kadar saçmalıklarla dolu bir komedi filmi. Gerçekten hayatımda hiç bu kadar saçma bir senaryo görmemiştim.

Şahane Misafir

Şahane Misafir Ferhat Özpetek’i ilk olarak Hamam filmi ile tanımıştım. Türk kültürüne aykırı böyle bir filmi yapmak gerçekten büyük cesaret istiyordu. Daha sonra birçok güzel filme imza atsa da bir türlü Çağan Irmak gibi çok ses getiren bir esere imza atamadı.

Şahane Misafir filminde Cem Yılmaz ile ortak olduğunu duyunca açıkçası beklenen film geliyor demiştim ama yine beklediğimin altında kaldı.

Açıkçası Şahane Misafir filminde ne anlatmak istediğini de anlamadım. Yıllar öncesinde komünizmin zararları mı yoksa en yakından gelen ihanetin bedeli mi?

Oyunculuk hayali ile eşcinsel bir adam eski ama şirin bir evi kiralıyor ve zamanla evde yalnız olmadığını fark ediyor. Zararsız bir grup sanatçı hayalet çocuktan eski bir arkadaşlarını bulmasını istiyor ve adamda onların geçmişini araştırınca aslında nasıl bir ihanete kurban gittiklerini anlıyor ve onları gerçek ile yüzleştiriyor.

Filmin konusu bu şekilde ama senaryo gerçekten zayıf. Adam evinde hayaletleri buluyor ama onlar zorlamasa ne ne istediklerini soruyor ne de neden burada olduklarını. Öylesine evde yaşıyorlar ve bu insanda filmi lüzumsuz şeyler ile doldurma çabasıymış gibi bir his uyandırıyor.

Filmde Cem Yılmaz yan bir rolde yer alıyor ama yine esprileri ile sizi eğlendiriyor. Onun dışında da birkaç sahnede eğleniyorsunuz ve sonlara doğru biraz hüzünleniyorsunuz. Yani Şahane Misafir filmi için klasik Cem Yılmaz filmleri dışında kalıyor diyebiliriz. Hepsi bu kadar...

Loraks

loraksDr. Seuss’un kitap kahramanları açıkçası bana pek hitap etmiyor gibi. Ardı ardına beyazperdeye aktarılmalarına rağmen pek de eğlenceli gelmiyorlar. Horton, Grinch ve şimdide Loraks.

Animasyon filmleri yapmak gerçekten zor ve çok zaman alan bir iş fakat artık sevimli karkaterler kullanıp onlara sakarlıklar yaptırarak seyirciyi güldürme alışkanlığından vazgeçmesi gereken bir sektör haline geldi. Sevimli ayıcıklar ya da her neyseler ve şarkı söyleyen balıklar sizi biraz olsun eğlendiriyor ve işlediği konu da aslında gayet güzel ama senaryo çok zayıf kalmış ve pek eğlenmiyorsunuz.

Loraks filminin konusu ağaçların ne kadar önemli oldukları. Ağaçların yapraklarından yeni bir icat yapan ama ne işe yaradığını kimsenin bilmediği bir ürün için tüm ağaçları kesmeye başlarlar ve sonunda hiç ağaç kalmaz. Bir zenginlik sona erer ve ağaçların olmamasını fırsat bilip temiz hava satan başka bir zengin doğar. Bir gün bir çocuk aşık olduğu kızı etkileyebilmek için türleri tükenmiş olan gerçek bir ağacın peşine düşer ve tüm bu olanların sorumlusu olan icadı yapanı bulur. Ondan son kalan fidanı alır ve dikmeye çalışır.

Filmin konusu böyle gidiyor işte. Loraks karakteri ise ağaçlarla konuşan ve ağaçları korumakla görevli gizemli bir yaratık fakat hiçbir gücü yok. Sadece gelip yapma etme diyor ve tüm ağaçlar yok olunca da çekip gidiyor. Pek bir işe yaradığı söylenemez tabi.

Karanlıktan Korkma - Don't Be Afraid of the Dark

Açıkçası korku filmlerini çok seviyorum ve insan Guellermo del Toro ismini duyunca daha güzel bir korku gerilim filmi bekliyor ama Karanlıktan Korkma filmi tam bir hayal kırıklığı.

Sinemaseverler Guellermo del Toro ismini Hellboy serisinden hatırlayacaktır. Kendisi aynı zaman da yönetmenlik ve yapımcılık yapıyor ve birçok kaliteli filmde imzası var fakat bu film hiç olmamış hem de hiç.

Filmin konusu aslında karanlık korkusundan daha çok ünlü diş perisinin kötü olması diyebiliriz. Korkunç yaratıklardan daha çok ufacık maymunlara benzeyen yaratıklar çocukların dişleri ile beslenirler ve yaşadıkları eve yeni bir çocuk gelince tekrardan harekete geçerler. Tabi söz konusu çocuk olunca hiç kimse ona inanmaz ve psikolojisi bozulmuş muamelesi gösterirler. Gerçeğin farkına vardıklarında ise her şey için çok geç olur.

Filmin başından sonuna kadar acaba korkutucu bir şey olacak mı diye bekledim. Daha sonra boşuna beklediğim farkına vardım ve acaba şaşırtıcı bir şey olacak mı diye beklemeye kadar verdim. Sonunda oldu ama filmin sonunun sonunda oldu. Sonundaki konuşmayı duyunca kendi kendinize nasıl yani diye soruyorsunuz o kadar.

Pamuk Prenses-in Maceraları: Ayna Ayna Söyle Bana - Mirror Mirror

Pamuk Prenses’in Maceraları: Ayna Ayna Söyle Bana
Hollywood’da şuan yeni moda klasik masalları alıp farklı bir şekilde sunmak. Bunlardan son zamanlardaki en ünlüleri animasyon filmi olarak çekilen Kırmızı Başlıklı Kız Kötülere Karşı ve yine Kırmızı Başlıklı Kız korku filmi versiyonu.

Bunlardan sonuncusu da Pamuk Prenses’in Maceraları: Ayna Ayna Söyle Bana filmi. Kadrosunda Julia Roberts gibi usta bir ismi bulunduran filmin diğer oyuncuları Pamuk Prenses rolünde Lily Collins, prens rolünde Armie Hammer ve vezir rolünde Nathan Lane. Yedi Cüceler rollerinde ise özellikle Jordan Prentice, Danny Woodburn, Martin Klebba dikkat çekiyor.

Filmde Pamuk Prenses hikayesi komik bir dille anlatılmak istemiz fakat espriler gerçekten çok kötü. Film boyunca neredeyse doğru düzgün hiç gülmüyorsunuz ve pekte eğlendiğiniz söylenemez.

Kraliçe mali krizden kurtulmak için krallığı ziyaret eden prens ile evlenmek ister fakat prens gönlünü pamuk prensese kaptırır. Bunun üzerine kraliçe vezirinden pamuk prensesi öldürmesini ister ama tabi adam bunu yapamaz ve öldüğünü söyleyip prensesin bağırsağını, dalağını hatta sosis halini getirir.

Pamuk Prenses yedi cüceler ile tanışır ve onlar sayesinde savaşmayı öğrenir. Bu sırada büyülenmiş olan prensin kraliçe ile evleneceğini duyunca düğünü basar ve prensi kaçırır. Büyülenmiş olan prensi kurtarmanın tek yolu pamuk prensesin onu öpmesidir. Tabi sonra pamuk prenses ile kraliçe arasında bir savaş başlar.

Film böyle devam ediyor. Klasik hikayenin zıtlarını yapmaya çalışmışlar ama senaryoda pek başarılı olamamışlar. Zaten birçok sinema eleştirmeninden de olumsuz not aldı ve gişede de tam bir hayal kırıklığına uğradı.

Gizemli Adaya Yolculuk - Journey 2: The Mysterious Island

Gizemli Adaya Yolculuk Jules Verne’nin maceraları kaldığı yerden devam ediyor ve Dünyanın Merkezine Yolculuk filminden sonra serinin ikinci filmi olan Gizemli Adaya Yolculuk da bizi yine gizemli bir maceranın içine sokuyor.

Serinin ikinci filminde Josh Hutcherson dışında herşey değişmiş. Farklı bir yönetmen, farklı senaristler ve farklı bir oyuncu kadrosu. Filmin başrolünde Brendan Fraser’ın yerini Dwayne Johnson almış. Sempatik oyuncu Luis Guzman ise yeniler arasında en dikkat çekeni. Michael Caine’i de Batman serisinden sonra görmek güzel.

Sean aldığı şifreli mesajları yeni üvey babası yardımı ile çözer ve ona yakınlaşmak için bahane arayan üvey babasını kandırarak gizemli bir adayı bulmak için yola koyulur. Bir fırtınaya kapılırlar ve kendilerini aniden aradıkları adada bulurlar. Burada en göze çarpan şey gerçek dünyada dev olanlar burada ufacık olmaları, ufak olanlarında dev gibi olmaları.

Kahramanlarımız başlarını derde sokmakta fazla gecikmezler fakat imdatlarına büyük baba yetişir. Onlara adanın ne kadar güzel olduğunu ve kayıp şehir Atlantis’i bulduğunu gösterir fakat çok büyük bir sorunları vardır. Ada batmaktır ve kısa sürede onu terk etmezlerse onlarda okyanusun ortasında kalacakladır.

Filmde daha fazla görsel efekt bekliyordum fakat beklediğimden daha az sahne vardı. Serinin ikinci filminde herhangi bir yenilikte göremedim. Dwayne Johnson’un esprileri dışında da eğlenceli bir tarafı yoktu. Yine de izlemeye değer bir sinema filmi ama beklentinizi yüksek tutmayın.

Düşmanı Korurken - Safe House

Dünyaca ünlü film yapımcısı Universal fazla tecrübesi olmayan genç bir yönetmen ve genç bir senariste güvenerek ne kadar doğru bir iş yaptığını çok iyi gösteriyor. Böyle bir ekibe güvenerek 80 milyon dolardan fazla bütçe ayırmak pek olacak iş değildir.

Filmin yönetmeni olan Daniel Espinosa ile senaristi David Guggenheim’i bundan dolayı kutlamak gerek. Ama Denzel Washington ile Ryan Reynolds’un oyunculuklarından da bahsetmek gerekiyor. Her ikisi de mükemmel iş çıkartmış. Yanlarında Vera Farmiga, Brendan Gleeson ve Sam Shepard gibi usta isimlerde var. Robert Patrick’in çok kısa süre alması ise filmin kötü tarafı bence.

Yaptığı işten tiksinen ve bu yüzden CIA’in en iyisi iken işi bırakıp yasa dışı olarak bilgi satan ajan Tobin Frost Güney Afrika’da yine iş üstünde iken saldırıya uğrar ve kaçış olarak Amerikan büyükelçiliğine sığınır. Nedensiz olarak kendilerine gelen böylesi tehlikeli birinin amacını anlayamayan CIA onu sorgulamak için güvenli bir eve taşırlar fakat sorgu sırasında güvenli ev de saldırıya uğrar ve Matt Weston dışında herkes ölür.

Matt Weston aslında tam bir CIA ajanı değildir ve mesleği güvenli evin çalışanı olmasıdır. Bir anda elinde Tobin Frost gibi birini bulunca hayatının en büyük tecrübesini edinecektir. Öyle ki Tobin Frost tam bir ikna ve beyin yıkama uzmanıdır ve etrafındaki herkesin zihnine girmekte ustadır. Tabi böyle olunca Tobin Frost Matt Weston’un elinde pek uzun süre kalmayacaktır ve kendini kanıtlamak isteyen acemi CIA çalışanı da Tobin Frost’un peşini bırakmaz.

Filmin bundan sonrası kovalamaca ve aksiyon bolluğu ile devam ediyor. Frost’un peşindekilerin CIA’in üst düzey yöneticisi olması, dahası Frost’u bulmaya çalışanlarında CIA olması olayları iyice karmaşık hale getiriyor. Sonunda CIA içindeki casusun kim olduğunu öğreniyorsunuz ama pek de mutlu son ile bitmiyor. Aslında filmin tek kötü tarafı zaten filmin sonu. Biraz daha iyi bir son hazırlanabilirdi fakat zaten yeni senaristlerin yaptığı en büyük hata filmin sonunu yapamamaları. Frost’un tüm film boyunca usta gibi gösterip filmin sonunda acemi hatası yapması pek mantıklı olmuyor.

Düşmanı Korurken ajanlık, aksiyon ve kovalamaca filmlerini sevenler için güzel bir film. Film boyunca sıkılmıyorsunuz ve filmin sonuna kadar merak içinde izliyorsunuz.

Aşk ve Para - One for the Money

Bana göre şuan Katherine Heigl Hollywood’un en güzel kadın oyuncusu ve ardı ardına romantik komedi filmlerinde yer alarak sempatikliğini her gün biraz daha arttırıyor. Aşk ve Para filminde de yine başrolde yer alıyor ve sempatikliği ile ilgi topluyor.

Yönetmenliğini genel de televizyon dizilerinden tanıdığımız Julie Anne Robinson’un yaptığı filmin oyuncu kadrosunda Katherine Heigl’e Jason O’Mara ile Daniel Sunjata eşlik ediyor. Kötü adam karakterinde ise usta oyuncu John Leguizamo var.

Dibe vurmuş bir kadın son çare olarak kelle avcısı olarak işe başlar ve ilk hedefi de şans eseri bir zamanlar kalbini kıran eski sevgilisi olur. Eski bir polis olan birini bulmak hiç de kolay olmayacaktır. Özellikle de işin içinde kötü adamlar da varken.

Kadın kendini bir anda bir batağın içinde buluyor ve onunla konuşanlar tek tek ölmeye başlıyor. Zamanla da peşinde olduğu adamın masum olduğuna inanmaya başlıyor ve sonunda anlaşma karşılığı onunla iş birliği yapıyor.

Aşk ve Para filminde sizi şaşırtan pek bir şey olmuyor. Bu yüzden senaryo oldukça zayıf diyebiliriz. Jennifer Aniston ile Gerard Butler’ın oynadığı Ödül Peşinde tarzında bir romantik komedi filmi yapmak istemişler fakat onun kadar güzel olmamış.


İyi Olan Kazansın - This Means War

McG yani Joseph McGinty’i ilk olarak Charlie’nin Melekleri filmi ile tanıdık. Daha sonra sinema sektörünün pek çok alanında faaliyet gösterdi fakat çok ses getiren bir projeye bir türlü imza atamadı. Daha sonra Terminatör serisinin son filmi ile bir anda yine sesini duyurdu. İyi Olan Kazansın filmi ile klasik olabilecek bir film.

Filmin oyuncu kadrosunda sarışın yıldız Reese Witherspoon yer alıyor. Gerçekten erkekleri baştan çıkartma konusundaki hünerlerini çok güzel sergiliyor. Onun peşinden koşan iki yakın arkadaşı ise Star Trek’in yeni Kirk’i olan Chris Pine ile bir çok kaliteli yapımda yer alan fakat bir türlü adını duyuramayan Tom Hardy var. Usta oyuncu Til Schweiger’in mükemmel kötü adam karakterini unutmamak gerek ama keşke ona biraz daha fazla süre verilseydi.

Foster ve Tuck birbirine kardeş gibi yakın olan ve CIA adına çalışan mükemmel iki ajandır. Fakat işlerindeki başarıyı bir türlü aşk hayatına yansıtamamışlardır. Biri başarısız bir evlilik geçirmiş diğeri ise tek geceliklerin peşinde koşmuştur. Tuck bir gün internet üzerindeki arkadaşlık sitelerinden birine üye olur ve Lauren ile tanışır. Şans o ki Lauren aynı gün Foster ile de tanışır ve olanlar olur.

İki arkadaş aynı kıza aşık olduklarını öğrenince aralarında bir anlaşma yapar ve adil bir yarışma sonrası kız kimi seçerse o kazanacaktır. Ve yarışma başlar fakat pek centilmence yada adil olduğu söylenemez. İki CIA ajanı gün geçtikçe kıza daha fazla aşık olur ve yarışı kazanmak için CIA’in tüm imkanlarını seferber ederler. Zamanla bu yarış adeta savaşa dönüşür.

İyi Olan Kazansın filmi son zamanlarda izleyebileceğiniz en güzel romantik komedi filmi diyebilirim. Arkadaşların birbirinin planlarını bozma çabaları, kızı etkilemek için yaptıkları sizi gerçekten çok eğlendiriyor.